Yazıya burada rastladım. Hakan abiyi Football Manager sitesinden tanıyorum ama genel olarak basketbol forumlarındaki herkes onu tanır. Miami Heat'in yeni transferleri Lebron James, Dwyane Wade ve Chris Bosh transferler hakkında çok güzel yazı olmuş. Uzun olması gözünü korkutmasın, yazının sonunu getirdiğinizde doyamayacaksınız okumaya.


Aslında bu güzel hafta sonu sahilde şezlonga uzanıp buz gibi gazozumu yudumlayarak serinlemek yerine, evde bilgisayarın başına hapsolup kelimelerle boğuşmak pek akıl kârı değil... Ama bir kere kanınıza NBA virüsü bulaşmış ve iflah olmaz bir hastalığa yakalanmışsanız, herkesin LeBron-Wade-Bosh birlikteliğini konuştuğu bu günlerde meseleye kayıtsız kalıp deniz sefası yapmanız mümkün değil...

Çocukken en sevdiğim çizgi filmlerden birisi VOLTRAN'dı. Dünyamızı korumak üzere proğramlanmış muhteşem ve dev bir robot... VOLTRAN beş aslan'dan oluşuyordu. Her aslan aynı zamanda ayrı bir savaşçıydı ve ufak tefek tehlikeler karşısında olaya bireysel olarak müdahil olurlar ve kendi başlarına çözümler üretirlerdi. Ama dünyamızda gözü olan kötü adamlar hiç rahat durmaz, her defasında çok özel bir ROBOT-CANAVAR üretirler ve gezegenimize saldırırlardı. Tehlikeyi haber alan aslanlar anında olay yerine gelir ve hemen karşı duruş sergiler ama daha canavarın ilk hamlesinde yere serilirlerdi. İşte tam bu noktada hemen VOLTRAN'ı oluşturma kararı verilir, aslanlar bir araya gelirdi. Beş ayrı renkte aslan, önce gövde, kol ve bacakları oluşturur, en son -sanırım- siyah aslan kafayı biçimlendirirdi. VOLTRAN oluştuktan sonra gerisi kolaydı; beş aslanın ayrı ayrı cephelerden saldırarak elde edemediğini belli bir rol dağılımı içinde tek başına VOLTRAN yerine getirir ve birçok özel silahıyla o ROBOT-CANAVARI yok ederdi. VOLTRAN'ın silahları bitecek gibi değildi; ama hiç birisi işe yaramazsa en sonunda en durdurulamaz silahı sahne alırdı: IŞIN KILICI... Eğer VOLTRAN bir kere ışın kılıcını çıkardıysa düşmanlara şimdiden geçmiş olsun; paramparça olurlardı.

Ne tuhaftır ki, basketbolda tıpkı VOLTRAN gibi beş oyuncuyla oynanıyor. Ve doğru zamanda, doğru biçimde, doğru aslanlar bir araya gelir; kafa, gövde ve başı sorunsuz biçimde oluşturabilirse basketbol evreninin en güçlü silahını meydana getirmeleri kaçınılmaz oluyor. Kendi başına dahi süper güce sahip olan aslanların birlikteliği ile basketbol arasında bir paralellik kurmaya ne dersiniz?

LeBron James'in Miami'yi tercih etmesi açıkçası birçok kişi gibi beni de ters köşeye yatırdı. İlk defa NBA tarihinde böyle bir durum olduğunu iddia ediyorum. Evet, daha önce de NBA tarihinde süper üçlüler gördük, duyduk, okuduk ve izledik. Ama böylesi ilk defa karşımıza çıkıyor. Bu kadar genç yaşta ve bütün gözlerin üzerinde olduğu, el üstünde tutulan ve hangi takıma gitse oranın patronu olacağı muhakkak üç flash yıldızın böyle ani bir kararla bir arada buluştuğuna kimse şahit olmadı. "Bu kadar genç yaşta" ifadesini özellikle vurguluyorum.

Dilerseniz NBA tarihinin belli başlı süper üçlülerine bir göz atalım. Buna VOLTRAN hikayeleri de diyebilirsiniz. Benim aklıma süper üçlü deyince ilk önce Lary Bird-Kevin McHale ve Robert Parish'ten oluşan efsane Celtics üçlüsü geliyor. Daha sonra ve hemen aynı dönemde Magic Johnson- Kareem AbdülJabbar ve James Worthy üçlüsü... Bunun yanında unutulmaz ikililer de var; Jordan-Pippen veya Stockton-Malone, en son olarak 2000'lerin başında üç yıl NBA'i sürklase eden Shaquillie O'Neal-Kobe Bryant ikilileri... Buraya aldığım isimlerin her biri ŞÖHRETLER MÜZESİNE seçilmiş ve yine her biri 1996 yılında NBA otoriteleri tarafından GELMİŞ GEÇMİŞ EN İYİ 50 OYUNCU listesine girmiş efsanelerdir. (Shaq-Kobe ikilisi de kariyerleri sona erdiğinde emin olun ki, bu müzenin en güzide köşelerinden birisini kapacaktır.) Bazılarına ikili, bazılarına üçlü derken bunu kriter aldım; yoksa her bir üçlü veya ikilinin yanında all-star seviyesine ve onuruna erişmiş başka önemli oyuncular da vardı. Dedim ya; VOLTRAN'ın esas unsurlarını inceliyorum.

Ama bu bahsettiğim üçlü veya ikililerin birlikteliğini şu günlerde basketbol denildiğinde ilk akla gelen hadiseye, yani LeBron-Wade-Bosh birlikteliğine benzetirsek mantık hatası yaparız. Lary Bird 1979-80 sezonunda NBA'e adım attıp "yılın çaylağı" ödülünü "ezeli" rakibi Magic Johnson'ın elinden aldığı sezon ortalıkta ne Robert Parish vardı; ne Kevin McHale... Robert Parish 80 yazında bir takasla Celtics kadrosuna dahil olduğunda kimse onun bir efsane olacağını düşünmüyordu. Warriors'ta geçirdiği dört sezon boyunca bir görev adamı olmanın ötesinde öne çıkmayı başaramamıştı. Her ne kadar 17 sayı ve 10 üzeri ribaunt ortalamalarına ulaşmayı başarmış olsa dahi bir defa bile all-star seçilmemişti. Lary Bird'ün yanına geldikten sonra onun en büyük yardımcılarından birisi olmakla kalmadı, tam dokuz defa all-star seçildi, en iyi elli oyuncu listesine girdi ve bileğinin hakkıyla şöhretler müzesinde yerini aldı. Kısacası, Lary Bird'ün yanına bir süper yıldız olarak gelmedi.

Robert Parish Celtics kadrosuna takasla dahil olduğu yaz, yeşil-beyazlı ekibe bir başka isim de NBA draftından geliyordu: Kevin McHale... Evet; ne Kevin McHale ne de Robert Parish Lary Bird'ün yanına geldiklerinde süper yıldız değildi. Birisi görev adamı, diğeri ise gelecek vadeden ve Cedric Maxvel'in yedeği olarak düşünülen bir çaylaktı. Kendisine ne görev verilirse onu yapacaklar, bir ego çatışması sözkonusu olmayacaktı. Nitekim Kevin McHale daha kariyerinin ilk yıllarında adını süper yıldızlar arasına yazdırmış ama bu bile onun kenardan gelen bir yedek olmasına mani olamamıştır. Kevin McHale daha 3. yılında all-star seçilmiş olmasına rağmen kariyerinin ilk dört sezonunda TOPLAM 57 maçta ilk beş çıkabilmiş, 5. sezonunda ise sadece 31 maç ilk beşte yer bulabilmiştir. Bu süre zarfında ligin en önemli power-forveti sıfatını kazanmış olmasına, iki defa en iyi 6.Adam ödülü almasına ve Celtics'le iki şampiyonluk yüzüğü kazanmasına rağmen yedekliği sorun etmemiştir. Çünkü bu VOLTRAN montaj değildi; tamamen orjinal fabrika çıkışlıydı, başlangıçta verilen rol neyse o şekilde biçime giriyordu. Muhtemelen bir süper yıldız sıfatıyla Celtics kadrosuna gelse 6.Adamlığı kabullenmesi mümkün olmazdı. Tabii aynı Celtics kadrosunda yer alan diğer aslanları da göz ardı etmemek lazım. Mesela McHale'in önünde ilk beş çıkan Cedric Maxvel 1982 finallerinin MVP'sidir. Yedeği McHale ne desin? (Maxvel dışında MVP ödülü almasına rağmen bir defa bile all-star seçilmeyen başka bir isim var mıdır; bilmiyorum.) Keza birkaç yıl önce hayata veda eden ve geçen yıl şöhretler müzesine seçilen Dennis Johnson'da bu takımın gardıdır. O Dennis Johnson ki, ESPN anketinde tüm zamanların en iyi 10 oyun kurucusundan birisi sayılmasına rağmen süper üçlü denilince akla gelmez ve takımın dördüncü yıldızıdır. Hem tüm zamanların en iyi 10 point gardından birisi ol; hemde takımın ilk üç yıldızından birisi olmayı başarama... VOLTRAN olmak böyle parçalara sahip olmakla mümkün... Aynı şekilde Cedric Maxvel ilk beş başlamasına rağmen kenardan gelen Mchale daha fazla süre alıyor ve takımın 2. yıldızı kabul ediliyordu. Yani yedeği yıldız muamelesi görürken kendisi rol oyuncusu hüviyetindeydi; yedeği all-star seçilirken kendisi yakın yanından geçemiyordu. Nitekim 85-86 sezonundan itibaren Kevin McHale ilk beşe yerleşti. Kariyerinin 6. sezonunda ve bir süperyıldız olduktan sonra yerleşilen ilk beş... Bugün hiçbir yıldız bunu kabullenmez.

O günleri anlatan Lary Bird bir konuşmasında -mealen- şöyle der: "Başarımızda en büyük pay Robert Parish'e aitti. Çünkü o hiçbir zaman top istemedi. Başka bir takımda çok daha büyük istatistiklerle oynama şansı varken, o süper üçlünün bir parçası olmayı seçti. Yeri gelir ve sıradan bir çaylak kadar az top kullanmaya katlanır, çember altında ekmeğini taştan çıkarırdı."

Bir başka süper üçlü Kareem AbdülJabbar-Magic Johnson ve James Worth'de aynı olmasa da benzer hikayeye sahiptir. Kareem bir NBA efsanesi iken 1979 yılında Michigan State'in pozisyonuna nisbet insan azmanı fiziğine sahip "şampiyon" gardı Magic Johnson takıma katılır. Magic henüz sadece gelecek vadeden bir çaylaktır. Magic o sezonun finallerinde Kareem'in sakatlığını fırsat bilir ve Sixers ile oynanan serinin 6. maçına tüm zamanların en özel final performanslarından birisini sergileyerek damga vurur ve finallerin MVP'si seçilir. Magic-Kareem birlikteliğinden üç sene sonra da (1982 yazında) takıma bir başka çaylak katılır: North Coralina'nın şampiyonluğunda başrolü oynayan James Worthy... Yani Worthy’de takıma bir süperyıldız sıfatıyla değil, gelecek vadeden bir çaylak olarak ve kendisine verilecek her rolü kabule hazır bir görev adamı duruşuyla katılır. Zaten ilk sezonunda sadece bir maçta ilk beş başladığını görüyoruz. Demek ki, bu VOLTRAN’da montaj değil ve fabrika çıkışından orijinal uyumlu… Süper yıldız olarak bir araya gelmiyorlar; bir tane süper yıldızın yanına gelen diğer iki parça onun yanında süper yıldız olmayı başarıyor. Yani bir arada oynadıkça süper yıldıza dönüşüyorlar.

Aynı şekilde 1987 yılında Bulls'un -yanlış hatırlamıyorsam- 7.sıradan seçtiği Scottie Pippen'da kariyerinin ilk sezonunda çok az süre alan ve gelecek vadeden genç bir forveti. Jordan'ın yanına 2. bir süper yıldız sıfatıyla değil; Jordan'a yardımcı olsun diye verilen her görevi kabule hazır bir çaylak olarak geldi ve majestelerinin yanında oynadıkça bir süper yıldıza dönüştü. Bu da montaj değil, orjinal birliktelik...

Keza Shaquillie O'Neal inanılmaz bir rakamla Los Angeles'ın yolunu tuttuğunda, aynı yaz Lakers takımı liseli gencecik bir oyuncuyu draft etmişti. Gelecek vadeden bu oyuncunun adı Kobe Bryant'tı. Kobe ilk yıllarında az sürelerle ve kenardan gelerek katkı yaptı. Rüştünü ispat edip süper yıldıza dönüşme sürecine girdiği andan itibaren VOLTRAN oluştu ve üst üste üç şampiyonluk geldi. Başlangıçta tamamen orjinal bir birliktelikti. Ne zaman ki; VOLTRAN'ın baş kısmını oluşturan siyah aslan olmak istiyorum; yahut IŞIN KILICINI artık elime almak istiyorum muhabbeti başladı; VOLTRAN arıza çıkardı ve sonunda aslanlar farklı gezegenlere savruldu.

Elbette bütün VOLTRAN hikayeleri fabrika çıkışlı değil... Bugüne kadar farklı gezegenlerin koruyuculuğunu üstlenen aslanların bir araya gelme ve MONTAJ bir VOLTRAN oluşturma kararına ilk defa rastlamıyoruz. Son LeBron hadisesinden evvel bu teşebbüslerden üç tanesi beni çok heyecanlandırmıştı. İlk heyecanlandığım MONTAJ VOLTRAN hadisesi 1996 yazındadır. Majesteleri anlamsız beyzbol macerasından geri dönmüş ve kendisine ait emaneti geri almıştır. Onun yokluğunda bu fırsatı iyi değerlendiren Hakeem Olajuvan iki yüzüğü parmağına çoktan geçirmişti. Üstelik 2. yüzüğü aldığı sezon yanında kolejden takım arkadaşı Cleyde Drexler'da vardı. (1994 yazında Drexler'da Houston'a gelmiş ve 2. şampiyonlukta pay sahibi olmuştu.) Fakat 94-95'i şampiyon kapatan Hakeem-Drexler birlikteliği; değil 95-96 sezonunun 72 galibiyetli Bulls'una karşı çıkmak, batının çıkıştaki ekibi Payton-Kemp ikilisinin başını çektiği Seatle'a bile dur diyememişti. Şampiyonluğun tadını bir kere alan Hakeem ve Drexler o sene finale bile yürüyememenin acısını yaşadı ve bir hamle istediler. Olabilecek en iyi hamle geldi: CHARLES BARKLEY... Bireysel olarak herşeyi başarmış fakat 93 finallerinde Jordan'a toslamış bu efsane forvet Arizona çöllerine elveda deyip Texas'ın yolunu tutuyordu. Üç tane efsane, üç tane NBA tarihinin en iyi ELLİ OYUNCUSU arasına girmiş süper star, üç tane ŞÖHRETLER MÜZESİ üyesi büyük basketbolcu bir araya gelmişti. HAKEEM-DREXLER-BARKLEY... Fakat şu gün itibariyle baktığımda bu bile bugün Miami'de olanların tam ifadesi değildi. Bir kere VOLTRAN'ın parçalarından ikisi zaten bir arada oynuyordu ve bir şampiyonluk yaşamışlardı. Üstelik o ikisi kolejden takım arkadaşıydı. Yeni katılan aslan sadece bir taneydi; Barkley... Herşey bir yana, her biri 30 yaşını çoktan geçmişti ve kariyerlerinin sonuna yaklaşmışlardı. Yani bireysel olarak tek başına bir takımın patronluğuna soyunacak yaşı da, egoyu da geride bırakmışlardı. Fakat bu bile inanılmaz heyecan oluşturdu.

O sene Houston lige fırtına gibi başladı. Rekora göz dikmiş gibiydiler. Ama sakatlıklar o kadar erken başladı ki... Birisi iyileşiyor, diğeri sakatlanıyordu. Üçünü bir arada görebilmek için neredeyse playoffları bekleyecektik. Playofflarda ilk turu rahat geçtikten sonra 2. turda bir önceki sezon elendikleri, batının son şampiyonu Seatle'la karşılaştılar. NBA tarihinin en unutulmaz serilerinden biri yaşandı ve "süper üçlü" 7.maçta batı finaline yürümeyi başardı; Payton ve Kemp ikilisi son maç teslim olmuştu. Batı finalinde ise Karl Malone-John Stockton ikilisi kariyerlerinin ilk finalini yaşamaya and içmiş gibilerdi ve yine unutulmaz, yedi maçlık bir seri oldu. 7. maçta Stockton ağırlığını koyu ve Houston'ın bu takıma yakışmayan vasat gardı Matt Maloney'i darmadağın etti. Oysa bir önceki seride Matt Maloney kariyerinin en muhteşem serisini oynamış, Payton karşısında boyundan büyük işler yapmıştı. Bu defa Stockton buna izin vermedi ve ilk MONTAJ VOLTRAN teşebbüsü batı finali 7.maçında arıza verdi.


Ertesi sezon süper üçlü şansını bir defa daha denedi ama sakatlıklar iyice başlarına bela oldu. Zaten yaşları 35'i geçmişti. Drexler o sezon basketbolu bıraktı. Onun yerine dağılan Bulls kadrosundan Pippen'ı kadroya dahil edip, bir de onunla denemek istediler ama bu "yaşlı VOLTRAN"da hiçbir netice vermedi. Zaten önce Barkley, sonra Hakeem basketbolu bıraktı. Beni ilk heyecanlandıran MONTAJ-VOLTRAN böylece hayal kırıklığı ile neticelenmiş oluyordu.


İkinci defa 2003 yazında heyecanlandım. Lakers üç yıl üst üste şampiyon olduktan sonra Kobe-Shaq kavgası tahammül edilmez boyutlara ulaşmış ve 2003 batı yarı finalinde elenmişlerdi. 2003 yazında iki hamle birden geldi: Payton ve Malone bir yüzük hevesiyle alacakları paradan büyük fedakarlıklar yaparak Kobe-Shaq ikilisinin yanına koştu. 1998 all-star'ında batı takımında ilk beş başlayan dört efsane, 2003 yazında Lakers'ta buluşmuşu. Sezon başlamadan aksilikler başladı. Önce Kobe'nin tecavüz davası... Sonra Shaq'la aralarında demeç savaşı... Fakat herşeye rağmen normal sezona -tıpkı Houston'ın yukarıda bahsettiğim üçlüsü gibi- fırtına misali başladılar. Ama yine onlar gibi sakatlıklar erken baş gösterdi. Karl Malone en az 30 maç kaçırdı. Shaq muhtemelen 20 maç... Kobe yine birçok maç kaçırdı. Öyle ki, bir ara takımın tek yıldızı olarak Payton kaldı. (O sanırım hiç maç kaçırmamıştı...) Bu arada Payton 35, Malone ise 40 yaşındaydı. Mart ayında süper dörtlü bir araya geldi ve ard arda gelen galibiyetlerle yine de konferansı makul bir yerde bitirdiler. Batı yarı finali 5. maçında Derrec Fisher'ın mucizevi 0.4 saniye şutuyla Spurs'e elenmekten kurtuldular; batı finalinde o sezonun MVP'si Garnet'in Minesota'sını fazla zorlanmadan geçtiler. Karşılarında Detroit vardı ve herkes Lakers'ın şampiyonluğuna kesin gözüyle bakıyordu. Ama asıl VOLTRAN tüm zamanların en iyi takım oyunlarından birisini sergileyen Detroit'ti. Karl Malone'un da sakatlanması, Kobe'nin ilk üç şampiyonluğun aksine bu final serisinde MVP olmak adına sahaya çıkması gibi gerekçeler de eklenince Pistons Lakers'ı paramparça etti. MONTAJ-VOLTRAN yerle bir olmuştu.

[B]Beni heyecanlandıran üçüncü MONTAJ-VOLTRAN hikayesi 2007 yazında faaliyete geçti. Ben ki yıllarca Ray Allen için Seatle'ı takip ettim; Garnet için Minesota ile ilgilendim, Pierce için Boston'ı izledim. Süper üçlü bir araya gelince heyecanlanmamak mümkün değildi. Ama doğrusu bahsettiğim örnekleri hatırlıyor ve korkuyordum. Fakat BAŞARDILAR. Onlar başardı. Ray Allen, Paul Pierce ve Garnet üçlüsünün ne büyük bir işe imza attığını, ne büyük zorluğun altından kalkmış olduğunu bu sezon en iyi anlayacak olanlar, LeBron, Wade ve Bosh'tur. Görecekler ve takdir edecekler. Sporda her zaman 1+1=2 olmaz. Bazen 1+1=5 olur; bazen SIFIR... “Haydi, birleşelim; aslanlar bir araya” demekle VOLTRAN olmuyor. Yani, “haydi güçlerimizi birleştirelim, birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” yeminleri Alexander Dumas’ın şövalye romanlarında olduğu kadar spor sahalarında hayat bulmuyor. [/b] Muhtemelen 2007 yılında değil, mesela 2002 yılında bu üç isim bir araya gelseydi, inanın bu uyumu asla bu düzeyde yakalayamazdı. En büyük avantajları oyun olarak en olgun yıllarında bir araya gelmekti. Ne Houston'ın süper üçlüsü veya Lakers'a gelen Malone ve Payton kadar yaşlıydılar; ne de istatistikle yatıp kalkacak kadar toy... Atabilecekleri kadar sayı atmışlar, defalarca all-star seçilmişler, en iyi beş listelerine bir şekilde girmişlerdi. 300-500 sayı fazladan atsalar n'olurdu, atmasalar n'olur?... Tam bu noktada, 30 yaşın ilk yıllarında bir araya geldiler ve başardılar.
[/b]

LeBron, Wade ve Bosh çok büyük bir yükün altına girdi. Yukarıda anlattığım olumlu ve olumsuz neticelenen hiçbir hikaye onların durumuyla aynı değil... Başta dediğim gibi, böyle bir hadise daha önce görülmedi. Her biri gençliğinin zirvesinde; her birinin ispat edeceği çok şey var önlerinde; her birini bekleyen sayısız bireysel ödüller duruyor ve onlar bunları ellerinin tersiyle itip, küçük bir kentin kralı olma ve hatta çeşitli savaşlarla krallıklarını büyütüp hanedanlığa, imparatorluğa dönüştürme fikrini bir kenara bırakarak, büyük bir ülkenin YASAMA-YÜRÜTME ve YARGI organı olmayı tercih ediyorlar. İlk defa bu genç yaşta KRALLIĞI elinin tersiyle iten ve CUMHURİYET’in güçler ayrılığı fikrine yelken açan süper yıldızlar görüyoruz. Şüphesiz bu geçiş hiç kolay olmayacak. Bir kere ahali krallığın normlarına alışmış, Cumhuriyet düzeni onların bu genç yıldızlardan beklentileriyle çelişebilir. Diğer yandan; kurumlar arası uyum sağlanırsa bir beş yıl huzur içinde ülkeye bolluk yağar ama kurumlar arası çatışmalarda ülke bölünme tehlikesiyle karşı karşıya kalabileceği gibi, ahali isyan edebilir, demokrasi kesintiye uğrayabilir ve darbeler görebiliriz. Bu bir devrimdir. Örneği görülmemiş bir hadisedir. Yarım kalan devrimler önce devrimi yapanların başını yer. Finalin bile başarısızlık kabul edileceği noktada durmanın, yani başlar üzerinde bir giyotinin gölgesiyle dolaşmanın baskısını ne kadar kaldırabilecekler. Bu baskı altında DEMOKRASİNİN gereklerini ne kadar aksiyona dönüştürebilecekler. Hepsi bir soru işareti… Bekleyip göreceğiz. Son haftalarda Miami’de yaşananlar bir VOLTRAN oluşturma işinin bile ötesinde…

Herkes kendi baktığı açıdan logoları oturtmak kaydıyla haklıdır. Kimisi korkak diyor, kimisi doğru yaptı diyor. Doğrusunda yanlışında değilim; ama bu yapılan büyük bir cesaret örneğidir. KRALLIKTAN DEMOKRASİYE GEÇİŞ kadar büyük bir kumardır. LeBron başta olmak üzere, başarısızlık durumunda bütün şöhretleri çökecektir. Başarırlarsa HALK KAHRAMANI olarak çılgınca alkışlanacaklar, başarısızlık halinde darağaçları onlar için kurulacaktır.

Şu durumda ne desek boş... Bütün NBA’in en iyi 10 aktif oyuncusundan üçü aynı takıma geldi. Bosh’u bir tarafa bırakalım; bütün NBA’in en iyi ÜÇ oyuncusundan ikisi bir araya geldi. Bakalım; YASAMA-YÜRÜTME ve YARGI uyum içinde şekillenebilecek mi? Bakalım; aslanların modelleri ve biçimleri VOLTRAN’ı oluşturmaya müsait mi? Burası NBA… Hiçbir şey, hiç kimse için kolay değil… Ama bir gerçek var ki; her şey bu üçlünün elinde… Ya bu devrimin sonunu getirecekler; ya bu devrim onların sonunu… Bu hikayenin sonu görmeye değer. Önyargılarımızdan arınalım. Onları izlemeye devam edelim.


Hakan YAMAN
11.07.2010


0 yorum:

Yorum Gönder